Adamakıllı içerdim her akşam

Ben meta-fiziğe, insanda var olan gizil ya da gizli enerjilere filan inanmam. Jessica benimle birkaç seans yapmayı teklif ettiğinde, hatır için, haydi onu kırmamak için diyelim, kabul ettim. Dudaklarımdaki ‘Ben inanmıyorum böyle şeylere ama, neyse işte; nasıl olsa vaktim var’ mesajı yüklü tebessüm kıvrımlarıyla ilk seansa başladık.

İlk seanstan çıktığımda kendimi adamakıllı hafif hissettim: ‘Beş aydır yaptığım diyettendir’ dedim kendi kendime. Demek diyetler etkisini böyle geç gösteriyormuş… İkinci seansta, daha seans ortasında, içimde tuhaf bir boşluk duygusu oluştu. Ama hani öyle ‘iç geçmesi’ filan gibi uyutucu cinsten değil, zindelikle karışık bir şey. Bir gün önce içme suyumun markasını değiştirmiştim: Kesinlikle ondandı… Bu arada, manalı tebessümüm de nedense yitip gitmişti…

Sonraki seansta göğüs bölgemde olduğunu söylediği -simgesel- iri bir kemiği yine kendine özgü ritüelle çıkardı. Aynı günün akşamı arkadaşlarla buluştum, “Yahu sende bir haller var… Ne o ulan; gözlerin ışıl ışıl, piyango filan mı çıktı yoksa aşık mı oldun?” dediler. “Havalardandır… “Yaz geliyor ya… Ondandır belki…” filan dedim…

Sonra, kalbimi sarmış olduğunu söylediği bayağı yüksek ve kalın bir duvarı yıkma seansları başladı. Bu, birkaç gün sürdü. Her defasında tekrar ve tekrar geçmişime dönmek ilginçti tabii. Neyse; duvar simgesi de ilginçti elbette ve sonunda duvarın ortadan kaldırıldığını söyledi.

Jessica’nın yanından ayrıldım, caddede yürümeye başladım. Belki milyon kez gezip yürüdüğüm caddede meğer göremediğim ne ilginçlikler, ne detaylar varmış. Nereye baksam, daha öncelerden de oralarda olan ama daha önceleri hiç fark etmediğim hoşluklar yakaladım: Renkler, objeler, insanlar, kokular ve hayatlar…

Ve sonra, ‘bağımlılık enerjisi’ni kaldırma seansına geldi sıra.  O da bitti. O bitince seanslar da bitti… Akşama misafirlerim vardı. Aman aman ne iltifatlar ettiler bana: “Sen ne kadar değişmişsin böyle; gençleşmiş, daha da güleç olmuş, acaip bir zindelik gelmiş sana” filan dediler. “Diyettendir…” der gibi oldum, durdum ve düşündüm: İyi de, bu misafirlerimle Jessica’yla seanslara başlamadan önce de buluşmuştum ve o zaman da diyetteydim?.. ‘Yorma kafayı, bekletme rakıyı’ dedim kendi kendime.

Bu arada meraklısına not: Ben her akşam içerim… ‘İçerdim’ demem gerekiyor aslında… Hem de adamakıllı içerdim yani, öyle iki kadeh filan da değil…

Neyse; misafirlerimle birlikte kaldırdım kadehi, bizim geleneksel ‘ASPAVA!’mızı  (Allah Sağlık, Para, Aşk Versin, Amin!) bağırdık, bir yudum aldım, o da ne: Canım içmek istemiyor!.. Ben ve rakıyı içememek!! Olacak şey değil! O akşam bir kadehi zor bitirdim. Oysa kendimi iyi hissediyordum, yani bir anormallik yoktu… Bu hal sonraki günlerde de devam edince, yani alkole düşkünlüğüm adamakıllı azalınca, son haftalarda yaşadıklarımı yeniden düşündüm, düşündüm ve sonunda kendi kendime şu soruyu sormaya başladım: Acaba bu yazının ilk cümlesindeki fiil-zamanı, kendime ilişkin bir doğruyu hâlâ gösteriyor mu, yoksa?..

Zeynel A. K., Istanbul, Türkiye